Dört yıldır okul yaşamının içinde olan kızımın öğrenmeye dair bana anlattığı tek heyecanı okul dışına ait, gittiği bir köy ziyareti sonrasından. “Baba biliyor musun inek sağmadan önce ellerimizi birbirine sürererek ısıtmalıyız, o zaman süt sağabiliriz”. Bu öğrenme yaşantısını her anlatışında ilk günkü heyecanını görebiliyorum.
Servis sözcüğünü bilmediğimiz günlerde okul sonrası sokaklar bizimdi. Mahallenin çocuklarından biriydik ve yaşamı okul dışında oyunlar oynayarak öğreniyorduk. “Eriğe dalmak” deyişini anımsayan var mıdır bilmiyorum, dalından meyve yeme şansı bulan kaç çocuk kaldı bilmiyorum ya da erik ağacının çiçek açmasını hasretle bekleyen, ilk çıkan meyvenin tadına bakan… Günün çocukları için erik, alışveriş merkezlerinde şirin kutusunda alıcısını bekleyen bir meyve artık, daha fazlası değil. Hangi ağaç eriktir, hangi ağaç kirazdır, hangi ağaca tırmanmak daha kolaydır, elini çizerek böğürtlen nasıl yenir, dut ağacının altına örtü sererek dut nasıl toplanırı bilmeyen çocuklar büyüyor. Kentin çocukları için doğa artık evin içine giren güneşten öteye gidemiyor.
Bir öğretmen, “HES’leri çocuklara anlatmak istiyorum hocam, nasıl bir etkinlik yapayım” dediğinde aklıma ilk gelen şey, derede paçalarını sıvayarak yürümeyen çocuklar HES’lerin vereceği zararı bilseler ne olur bilmeseler ne olur düşüncesiydi. Öğrencilerden kaç tanesinin “dere” gördüğünü sormasını istedim. Arabayla derenin yanından geçen çocukları saymazsak sınıfta dere gören yoktu. Dereler bizimdir, toprak değerlidir, çevre önemlidir diye yüzbin saat ders anlatsak ne olacak? Dokunmadığımız, koklamadımınız toprak da dere de anlamlı olmayacak.
İzmir Şirince gezilerimizden birinde mahalle arasında oynayan çocukları bir taşın üstüne oturarak uzun süre izledim. Çocuklar çamur ve suyu birbirine karıştırıp bulamaç haline gelen bu karışımı asma yapraklarına sarıyorlardı. Başlarında onlara ne yapacaklarını anlatan ne bir öğretmen, ne bir yetişkin ne de takip edecekleri bir yönerge vardı. Tam bir grup çalışmasıydı, rollerini kendilerini belirlemişlerdi. Kimi suyu taşıyor, kimi elleriyle hamur kıvamına gelmiş bulamaçı yoğuruyordu. Biz eğitimciler “küçük kas becerisi gelişiminin önemi” diye tartışırken, doğa çocuklara oyun içinde küçük kas gelişiminin en gülümseten etkinliğini sunuyordu. Öğrenmenin heyecanını görmek için çocukların konuşmalarını dinlemek yeterliydi: “Bu kadar su yetmeyecek, hala çok katı. Biraz daha asma yaprağı lazım yoksa hamur artacak.” Doğadaki oyunlar kendi içinde matematiği de feni de barındırıyor ama biz oyundan da doğadan da uzak bir eğitimin açmazı içinde yüksek teknolojili sınıflarımızda derslerimizi yapılandırmaya çalışıyoruz.
Helikopterin ilk çizim tasarımlarını yapan Ressam Leonardo da Vinci’nin, günler boyunca yattığı ağaçların altında havada uçuşan yusufçukları incelediği söylenir. Japonya’nın hızlı trenlerini tasarlayan Eiji Nakatsu’nun balıkçıl kuşlarının gagalarından esinlendiği bilinmektedir ve Eiji Nakatsu mühendis olmakla beraber bir kuş bilimcisidir. Doğa gezisi sırasında kıyafetine takılan dulavrat otunu farkeden Georges de Mestral, bugün birçok alanda kullanılan velcro bantlarının (cırt cırt) öncüsüdür. Doğa hayal kurdurur ve hayaller sonunda mutlaka gerçekleşir. Bugün okulların dört duvarları öğrencilerimize ne hayalleri kurduruyor acaba?
Tartışalım, temel eğitimin ilk dört yılını dört duvar arasında yapılandırarak geçiren çocukların bu dört yılını hiç yapılandırmadan doğada geçirdiklerini varsayalım, ne kaybederler, ne kazanırlar? Bilgiye ulaşmanın bir dokunuş kadar kolay olduğu günümüzde okulların bilgi adına çocuklara söyleyebileceği hiçbir şeyi kalmamıştır. İşin bilgi kısmını geçtiğimizde, geriye ‘beceri’ kısmı kalıyor. Hangi becerilerimizi okulda, hangi becerilerimizi okul dışı yaşantılarımızda kazandığımızı düşünürsek okulların beceri konusundaki durumlarını görmüş oluruz. Okuldaki, dört duvar arasındaki çocuğun temel eğitimin ilk dört yılının tüm kazanımlarını üst üste koyup, toplayıp, çarpıp, çıkardığımızda elimizde kalanlarla, doğada dört gün kamp yapan çocuğun yaşantılarını toplayıp çarpıp, çıkardığımızda elimizde kalanlara bakarsak, hangi elin daha dolu olduğunu görürüz. Keşke konu sadece elin dolu olmasıyla bitse. Daha önemlisi okuldaki çocukların mutsuz olması. Ders ne zaman bitecek diye soran çocukları biliyorsunuz değil mi? Biz de geçmişte aynı soruyu soran çocuklardık. Teneffüs ne zaman bitecek diye soran çocuk gördünüz mü? Çocuklar oyun oynamaktan ve doğada olmaktan asla sıkılmazlar.
Sait Faik’in ‘Son Kuşlar’ında dediği gibi, “Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve mavilikleri çok gördük, sizin için çok kötü olacak.’
Geç kalmadan, şimdi doğaya çıkma zamanı, toprak anamızın koyu yeşil saçlarının kokusunu içimize çekme zamanı. Kuşlarla ve maviliklerle büyüyen çocuklar özlemiyle…
MÜJDAT ATAMAN
Eğitimpedia yazarı
www.egitimpedia.com